Cumartesi, Aralık 22, 2012

Güneşe Yazılan Yazılar - 4


ÇAĞ TUFANI



Nice mutlu yıllara... İyi ki doğdun, iyi ki varsın...

***


Güneş son ışıklarıyla akıllara durgunluk veren bir renk cümbüşü yaratmıştı Mezopotamya ovasının üstünde.

Renkler güneşe tapınır gibi dans ediyorlardı.

Çocuklar top oynamayı, tarladaki adamlar ellerindeki orakları, kadınlar terasta astıkları çamaşırı, yaptıkları yemeği bırakmış ellerini gözlerine siper etmiş ovadaki bu dansı seyrediyorlardı hayran hayran.

Mezopotamya ovasında zaman durmuştu sanki...

***

Göklere yükselir gibi uzanan bir taş binanın yüzlerce yıllık güzel ahşap kapısı iki yana açıldı yavaşça. Gözleri kör edecek kadar kuvvetli bembeyaz bir ışık yayıldı her bir yana. Bir kadın çıktı ışığın içinden. Bembeyaz bir elbise vardı üzerinde. Gözünde de beyaz bir bant. Yavaşça yürüdü. Çıplak ayaklarını dikkatle basıyordu yere.  Bir iki adım attı ve durdu. Sanki bir şeyler görmeye çalışır gibi başını hafifçe yukarı kaldırdı, ardından da sağ elini. Kadın elinde bir terazi tutuyordu iki kefesi de aynı hizada duran. Işık arttı, bir rüzgâr esti, kadının saçlarını dağıttı. Rüzgâr kuvvetlendi, yerden kalkan tozlar kadının etrafında dönmeye başladı. Kadının saçları uçuyor, etekleri yerden hafifçe havalanıyor, elindeki terazi sallanıyordu. Birden kadının arkasındaki kapı büyük bir gürültüyle kapandı. Ortalık karanlığa gömüldü.

***

“Kızma sarı Kraliçem, o tatlı gülümsemenle iyi geceler dile bana” dedi ovaya bakarak oturduğu yerden Adam.

Kadın bozulmuş gibi dudağını bükerek saçına dokundu elleriyle, kaşları çatılmıştı üzüntüyle.

Adam bunu fark etti gözünün ucuyla ve ovaya bakmaya devam ederek Kadının elinin üstüne elini koyup hafifçe okşayarak gülümsedi ve “Ovaya diyorum, Mezopotamya’ya…” dedi.

Kadın ellerini çenesine dayayıp uzaklara baktı.

Güneş iniyordu ufukta.

“Birazdan denize dönecek her yer” dedi Kadın gülerek ve güneşe bakmaya devam ederek.

“Karanlıktan sonra hangi renkler gelir biliyor musun?” diye sordu Adam.

Kadın güneşe bakmaya devam ederek “Bilmiyorum…” dedi.

“O halde gözlerini kapat…” dedi Adam.

Kadın gözlerini kapattı.

“Ne görüyorsun?” diye sordu Adam.

“Güneşi…” dedi Kadın gülümseyerek ve gözleri kapalı.

“Hile yaptın…” dedi Adam.

Kadın gözlerini açtı,  muzip bir şekilde gülerek omuzlarını silkti.

“Haydi, bu sefer hile yapmak yok” dedi Adam, “kapat gözlerini…”

Kadın gözlerini kapattı.

“Suyun içine dal şimdi de… Bakalım ne göreceksin…” dedi Adam.

Kadın gözlerini açtı. Şaşkın şaşkın bakıyordu Adama: “Ne suyu?” diye sordu.

“Bu ovanın suyla kaplandığını düşün, her yerin suyla dolduğunu, tufan olduğunu…” dedi Adam.

“Tufan mı?” diye sordu şaşkınlıkla Kadın.

***

Çıplak ayaklarını dikkatle yere basıyordu kadın. Yavaş yavaş ilerlemeye başladı rüzgârın içinde. Sağ elinde terazisini tutuyordu. Gözleri bağlıydı. Beyaz uzun elbisesi uçuşuyordu. Kollarını iki yana kaldırdı, terazisi rüzgârda uçtu elinden. Biran durdu kadın, sonra gülümsedi. Elbisesi kol bileklerinden aşağıya doğru dümdüz iniyor ve rüzgârda oraya buraya savruluyordu. Kadın kolları iki yana açık yürümeye devam etti.

Toprak ıslanmaya başlamıştı, yürümekte zorlanıyordu. Etekleri ıslak toprağa değiyor ve kirleniyordu. Beyaz renk garip bir kahverengine dönüşüyordu.

***

“Evet, tufan” dedi Adam Kadına bakarak.

“Tufan neden olur ki?” diye sordu Kadın sesini alçaltarak.

“Aslında bir cezadır tufan haksızlıklara, adaletsizliklere karşı. Doğanın bir isyanıdır. Tufan temizler tüm bu adaletsizlikleri, kötülükleri. Dünya ilk baştaki haline döner. Yenilenir. Temizlenir. Eskimiş her şeyin sonudur. Başa, özüne döner her şey” dedi Adam.

Kadın gülümsedi “Nuh tufanı gibi” dedi.

“Evet” dedi Adam, “daha pek çok tufan hikâyesi var bu topraklarda sayabileceğin; ‘Gılgamış Destanı’nda olduğu gibi, sayısız, sonsuz hikâye var ararsan”

“Ben de bir tane biliyorum” dedi Kadın gülerek “Philemon’la Baucis hikâyesindeki gibi”

“Dedim ya, saymakla bitmez” diye gülümsedi Adam Kadına.

***

Kadının ayak bileklerine çıkmıştı su. Kollarını iki yana açtı ve kendi etrafında dönmeye başladı.  Rüzgâr saçlarını uçuruyordu.

Kadın yürümeye başladı gene. Sular da yükselmeye devam ediyordu. Artık zorlanıyordu iyice yürürken. Sular beline kadar yükselmişti.

***

“Peki neden tüm o efsanelerde hep sonunda bir iki kişi ve belki bazı hayvanlar kurtulur? Herkes mi kötü? Adalet bu mu?” diye sordu Kadın.

“Su ne bulursa alıp götürür. Yoktur adaleti şaha kalkınca. Suya gömülünce adalet mi kalır? Sular kaplayınca etrafını, karanlığın içine gömülür dünya bir anda. Işığa çıkmak için uğraştıkça girdabında boğulur suyun…” dedi Adam.


“Ben anlamadım” dedi Kadın önünde uzanan Mezopotamya ovasına bakarak “kendini mi temizliyor, insanlığı mı kurtarmaya çalışıyor dünya?”

“Hiçbir şeyin onu karanlığa sürüklemesine izin vermezse, hep ışığı takip edip, yüzünü güneşe dönerse, karanlıkta bile güneşi ararsa kurtulur insanlık…”

“Hoşgörü mü?” diye sordu Kadın.

“Hayır” dedi Adam, “kabul etmek…”

Kadın Adama baktı soru soran bakışlarla.

“Adalet ancak böyle gelir, karanlıkla ışığın arasındaki mücadele ancak böyle biter” dedi Adam.

“Işık kazanır…” dedi Kadın uzaklara bakarak.

“Evet” dedi Adam ve ekledi “kötülük kaosu doğurur ve sonra dinginleşir. Ama her sefer bir çağ tufanıdır yaşanan.”

***

Kadının göğsünden yukarıya çıkmaya başlamıştı sular. Kollarını iki yana açmış dönüyordu etrafında.

Gözlerindeki bant duruyordu, saçları savruluyordu rüzgârdan.

***

“Ruhlar için ölümdür suya dönüşmek ve ruh yeniden doğar sudan…” dedi Adam.

“Anka’nın küllerinden doğduğu gibi” dedi Kadın.

Kadın oturduğu yerden kalktı, ovanın üstünde kaybolan güneşe bakmaya başladı. 

Adam da yerinden kalkıp Kadının yanına geldi ve omzundan tutup kendine doğru çekti.

“Karanlıktan sonra hangi renklerin geldiğini anladın mı şimdi?” diye sordu Adam Kadına.

Kadın başını Adamın omzuna yasladı ve batan güneşe bakmaya devam ederek “Galiba…” dedi.

***

Uzaktan bir müzik sesi duyuldu. Güzel bir melodi sardı etrafını kadının. Başını göğe kaldırıp gülümsedi. Bir erkek sesi melodiye eşlik ediyordu şarkı söyleyerek:

Kızma bana sevdiceğim, gözümün nuru,
Kızma bana, uzak diyarlara gittiğim için gözbebeğim
Kuş olup geleceğim tekrar senin yanına.
Pencereni aç sarı kraliçem,
O tatlı gülümsemenle iyi geceler dile bana
Kızma bana sevdiceğim, gözümün nuru,
Kızma bana, seni bıraktığım için gözbebeğim
Yaklaş ki seni görebileyim
Sana veda edebileyim”

Sular kadının başının üstüne çıkmış tüm ovayı kaplamıştı. Kadın suyun dibine doğru çekilirken gözünde bant, kolları iki yana açık kendi etrafında dönüyordu hâlâ.

***

Ovanın üstünde renklerin dansı bitmişti. Çocuklar toplarını alıp evlerine doğru yürüdüler, tarladaki adamlar oraklarını sırtlarına vurup evlerine doğru yola çıktılar, kadınlar çamaşırlarını toplayıp, yemeklerini ateşten alıp yer sofralarını kurdular.

Güneş kızıla boyadığı taş evlerin üzerinden herkese veda edip yerini geceye bırakmaya hazırlanıyordu. Yavaş yavaş ufukta kayboldu. Mavinin tonlarına boyandı ova, her geçen dakika koyulaşan o mavinin tonları, Mezopotamya ovasını biraz sonra koskoca bir denize çevirecekti.

Not: "Güneşe Yazılan Yazılar" yazı dizim Ahmet Güneştekin'in "Yüzleşme" sergisindeki eserlerden esinlenerek yazılan yazılardan oluşmaktadır.

Bu hikâye, sanatçının "Çağ Tufanı" adlı eserinden esinlenerek yazılmıştır.

Hikâyede bahsi ve sözleri geçen şarkı, Georges Dallaras'ın söylediği Stavros Kougioumtzis'in ölümsüz eseri "Mi mou thimonis matia mou"dur.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails