Perşembe, Nisan 10, 2008

Bir Anadolu Efsanesi Troya

9 Nisan akşamı Anadolu Ateşi’nin ‘Troya’ gösterisine davetliydim.

Tanıtım filmleri uzun zamandır her yerde dikkatimi çekiyor. Seyredeceğim şeyden neredeyse eminim. Kesinlikle çok güzeldir. Hatta emin olduğum bir başka konu da, Mustafa Erdoğan’ın bu işinin, bugüne kadar yaptıklarını kesinlikle defalarca aşmış olduğu.

İşte bu duygularla salona girdim ve gösteriyi izledim.

Yanılmamışım...

Müthiş bir şey yaşadım. Rüya gibiydi. Çok onurlandım, gururlandım, duygulandım, hatta ağladım.

Neden mi?

Anadolu’nun doğru yorumlanan tarihinin, Halikarnas Balıkçısı ve onun açtığı yolda gerçeklere ulaşılmasında katkıda bulunan pek çok bilim adamının arasında Troya kazı başkanı rahmetli Prof. Dr. Manfred Osman Korfmann’ın ve tabiî ki Troya’nın benim için ne ifade ettiğini bilenler anlamışlardır nedenini...

Öncelikle, gösteri başlamadan perdenin üzerine yansıyan Anadolu haritası ve üzerindeki şehirler ve pek çoğunun Hititçe isimleri zaten beni nasıl bir işle karşılaşacağım konusunda aydınlatmaya başlamıştı. Gülümsedim...

Mustafa Erdoğan güzel bir açılış konuşması yaptı. Troya’nın bir Anadolu Efsanesi olduğunu, İzmirli ozan Homeros’un İlyada’sının Avrupa kültürü için önemli kodlar barındırdığını, Prof. Dr. Manfred Osman Korfmann’ın da dediği gibi Çanakkale Savaşlarının son Troya savaşı olduğunu, Troya efsanesini bizlerin bugüne kadar gözardı ettiğimizi ama şimdi anavatanında vatandaşlarına sunulduğunu anlattı. Sonuna kadar katılıyorum tüm dediklerine.

Harika bir prodüksiyon, müthiş bir iş...

Gösteride nelerden hoşlandığımın bir dökümünü yapayım:

-Tanıtım filminde hemen anlamıştım bu sefer kıyafetlerin Canan Göknil’e ait olmadığını. Çok iyi olmuş. Kostümler harika. Hepsi tüm gösteriyi hem o tarihe götürüyor, hem bugüne taşıyor, hem de evrenselleştiriyor.

-Dekor da aynı şekilde çok güzel, görkemli ve muhteşem.

-Savaşırken kılıçlardan çıkan ateş beni Homeros’un cümlelerinin içine çekti, çekti, çekti...

-Müzik olağanüstü... Her notada çıldırdım. ‘Ne duygudur, ne yaratıştır, ne gönüldür bu?’ dedirtti. (Akha’ların gemilerine binip Troya’ya doğru yola çıktıkları sahnedeki buzukiyi duyduğumda çok eğlendim. Çok ince bir espri ve yaklaşım var her bölümün müziklerinde).

-Troya’ya yardıma gelen halklar tanıtıldığında, Ege’nin efeleri ve zeybekvari diyonizyak dansları şaşırttı sanırım bazılarını. Ben ‘bravo’ demişim yüksek sesle. Bilindiği gibi, Ege’nin zeybekleri, Batı Anadolu’ya hastır ve bir Anadolu tanrısı olan Dionysos’un Bakhaları’nın (yani rahip ve hatta rahibelerinin) danslarından gelir. Yani Anadoluludur, Anadoludur! Bu konuyu araştırmak isteyenlere Halikarnas Balıkçısı’nın ‘Düşün Yazıları’ isimli kitabını tavsiye ederim.

-Kassandra çok güzel işlenmiş. O, ilyada’da en önemli kodları taşıyan karakterlerden biridir aslında. Çoğu zaman görmezlikten gelinir.

-Amazonların ellerindeki çift yüzlü balta (labrys) harika ve yerinde kullanılmış bir Anadolu gerçeği.

-Koreografi çok başarılı. Dansçıların performansları muhteşem. Enerjileri inanılmaz.

-Teknolojinin nimetlerinden de çok doğru ve yerinde faydalanılmış. Zevk veriyor seyredene. Yaylı etekler; uçan, yaylanan, takla atan, dansı bir nevi akrobasi haline getiren başarılı dansçılar. Ama öte yandan bazı şeylerin de en basite indirilerek kullanılması ayrı bir zevk. Gemi ve deniz sahneleri gibi.

-Sahneye sokulan dev atı pek beğendim. Aslında o atın neler simgelediğini bilmeyen o kadar çok insan çıkıyor ki. At Anadolu’da yetişen bir hayvan (bu arkeolojik kazılarla da ispatlanmıştır), Troya’lılar yetiştirdikleri cins atlarla meşhur. Akha prensleri at binmeyi öğrenmek için Troya’ya gelirlermiş ve savaşın çıkma sebeplerinden biri de Akhalıların Troya’dan çaldıkları cins atlarla ilgilidir. At Anadolu insanı için çok önemli. Her ne kadar buraya sığmayacak kadar uzun bir sebeple bu at hikayesi bana pek efsane gibi gelmese de (bunu ayrı bir yazı konusu olarak işleyeceğim) o atın savaşta Troya şehrinin surlarına erişebilmek için kullanılan bir kule ya da kale kapılarını parçalamaya yarayan bir koçbaşı olduğunu iddia eden kaynaklar da vardır.

-Deniz dalgaları, ölüler dünyası ve ölü askerler, hele hele Hektor için ağıt yakan kadınlar... Bu sahneler beni en derinden etkileyenler.

-Final tam beklediğim gibiydi. Bildiğimiz o Hitler’li vs savaş görüntüleri, ozanların ozanı Homeros’a yaptırılan savaş karşıtı konuşma ve ardından Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’ndaki görüntüsü beni çok duygulandırdı. Hele en sondaki Prof. Dr. Manfred Osman Korfmann’a adanmıştır yazısı beni ağlattı. Gözyaşlarım gerisini okumamı engelledi. Sanırım bu vatan için canlarını vermiş olan Çanakkale şehitlerine de adanmıştı (yanlış gördüm ya da anladıysam özür dilerim).

Bu liste böyle sürer gider. Siz de ‘hiç mi eleştirin yok?’ diye sorarsınız...

Olmaz mı, bir tane var tabiî. Ama kötü bir eleştiri değil. Hani ‘olsaydı fena olmazdı’ tarzı bir şey.

Keşke diyorum, Mustafa Erdoğan bu gösteriyi Halikarnas Balıkçısı ve Azra Erhat’a da adasaydı ya da en azından onların adları geçseydi konuşmada. Çünkü Halikarnas Balıkçısı tüm bilim adamlarının bugün ulaşılan gerçekleri bulması konusunda onlara yol açan (ki bunu pek çok arkeolog söyler), hatta kısayol yaratan çok önemli bir insandır. Azra Erhat ve tabiî ki A.Kadir olmasaydı, bugün o neredeyse orijinalinden de güzel Türkçe İlyada tercümesi olmaz, biz kim bilir nasıl bir şey okuyor olurduk. Ama Azra Erhat da Halikarnas Balıkçısı’nı tanımamış ve onun fikirlerini, tezlerini kendi bilimsel çalışmaları içinde araştırıp ona inanmamış olsaydı, bugün o tercüme de, bu gerçekler de, belki hâlâ 19. yy’ın yalan yanlış bilgilerinin perdesi ile örtülü olarak kalırdı. Sanırım Mustafa Erdoğan bu noktada bana hak verecektir.

Beni mutlu eden bir ufak detay da şu: Gösterilerden biri, ne güzel bir tesadüftür ki, 17 Nisan’a denk geliyor. Yani Halikarnas Balıkçısı’nın doğum gününe.

Prof. Dr. Manfred Korfmann’ın 2005 senesinde aramızdan ayrılana kadar bilimsel yolla yaptığını, şimdi Mustafa Erdoğan ve ekibi sanat yoluyla yapacaklar. Tüm dünyaya bir gerçeği gösterecekler: Troya ve Anadolu gerçeğini.

Mustafa Erdoğan ve tüm ekibine, ‘elinize, ayağınıza, beyninize gönlünüze sağlık’ diyorum.

Bir teşekkür de sevgili Gülben Ergen’e... O bana, ‘9 Nisan’da geliyorsun’ demeseydi, ben kim bilir ne zaman izlerdim bu gösteriyi? Sağol sevgili Gülben, çok hoş bir doğum günü hediyesi oldu bana bu.

Halikarnas Balıkçısı’nın izinde gitmeye çalışan bir Anadolu neferi olarak çok mutlu oldum ve umutla doldum.

Herkese tavsiyem, gidin ve izleyin bu muhteşem gösteriyi.

Sonra da Halikarnas Balıkçısı’nın en azından ‘Anadolu’nun Sesi’ kitabını okuyup, kolunuzun altına Homeros’un İlyada’sının Azra Erhat tercümesini sıkıştırıp Troya’ya gidin ve Troya’nın o büyülü atmosferinde okuyun bu eseri. Troya meşeleri Homeros’un, Halikarnas Balıkçısı’nın ve Manfred Osman Korfmann’ın sesinden efsaneyi fısıldayacaklardır kulağınıza...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails