Cumartesi, Kasım 21, 2009

Kum Fırtınası

Düşüncelerim rüzgâr olsa, üflesem ta uzaklara…

Gözlerimi kapatıyorum. Gene o bozkır, gene o otobüs. Ayağımı basmadan üstünden kayıp gittiğim toprak gibi akıp giden zaman içimi acıtıyor. Sapsarı bir ışık gözümü alıyor. Camdan dışarı bakıyorum.

Düşüncelerim rüzgâr olsa, üflesem ta uzaklara…

Evet, bu sefer düşünüp düşünüp susmayacağım… Haykıracağım, bağıracağım, konuşacağım, söyleyeceğim…

Gözüme kaçan şey ne? Bir kum tanesi mi bu? Bir, beş, on… Onlarca, yüzlerce…

Şaşkın bakıyorum kalakalmış öylece. Bozkırda kum…

Gözlerimi kapatıyorum. Yüzüme çarpan her tane canımı yakıyor.

Kahverengi bir dans sarı şehri kendi rengine boyuyor birden… Günlerce çıkmayacak, yapışacak bir renge… Kahverengi.

Sarı şehir kahverengi, evler, damlar kahverengi, dağ, taş kahverengi, kaldırımlar, sokaklar kahverengi, insanların yüzleri bile…

Sıcak vuruyor yüzüme kum taneleriyle birlikte. Yüzümü yakan sıcak mı, rüzgâr mı, kum taneleri mi?

Kara buran gibi ese ese geliyor karşıdan. Dimdik duruyorum sarı şehrin tepelerinde bir yerlerde.

Ben buraya ne zaman geldim? Bozkır nerede?

Ovaya bakıyorum. Dimdik duruyorum.

Döne döne kalkıyor yerden sarı sıcak kumlar. Yüzüme vuruyor rüzgârın sıcak nefesi.

Kara buran üstüme geliyor. Sallıyor, sarsıyor beni. İçim ürperiyor…

Düşüncelerim sarıyor etrafımı, rüzgârın önüne katıp getirdiği kumlar gibi dolanıyorlar etrafımda.

Nefesim yetmez korkarım. Ciğerlerim patlayana kadar üflüyorum. Düşüncelerim rüzgâr oluyor.

Kara buran kumlarla birlikte boşluğa savuruyor beni, önüne katıyor. Katran karası saçlarının bir teline tutunuyorum gecenin karanlığında.

Gözlerin kapalı…

Düşüncelerim rüzgâr oluyor, gelip başını okşuyor.

Otobüsten inenler öğretti bana rüzgâr olup dokunmayı.

Kara buran hâlâ savuruyor beni, bense saçının bir teline tutunmuş… Yüzünü okşuyor rüzgâr, eline değiyor, elini okşuyor…

Ürperiyorsun… Belki üşüyorsun.

Bir Mezopotamya gecesinde, başka bir şehirde…

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails