Perşembe, Aralık 06, 2012

Güneşe Yazılan Yazılar - 3


GÜNEŞE AŞK


Güneş yakıyordu sarı sıcak topraklarını Mezopotamya’nın…

Kadın, Adama baktı, çayından bir yudum alıp: “Sıcak” dedi.

Adam önündeki kahve fincanının sapından tutup, tabağın üstünde sağa sola çevirerek ve fincana bakarak: “E bekle, içme hemen” dedi.

Kadın gülümsedi Adamın fincanı tutan eline bakarak. “Çay değil hava” dedi çay bardağını ince belinden kavrayarak tabağına koyarken.

Adam başını kaldırıp Kadına baktı. Kadının saçındaki incecik bir örgüye tutturulmuş olan tavus kuşu şeklindeki altın toka, üstüne vuran güneş ışıkları ile ışıldadı. Adam gülümseyerek elini tokaya uzattı ve dokunup fısıldar gibi: “Tavusê Melek” dedi. Kadının gözleriyle buluştu gözleri. Gülümsediler ikisi de. Adam başını çevirip uzaklara baktı: “Evet, hem de çok sıcak” dedi, “Sıcak… Sarı sıcak…”

Kadın Adamın baktığı yöne, önünde uzayıp giden Mezopotamya ovasına doğru çevirdi bakışlarını. Hafif bir sesle “sarı sıcak” diye tekrarladı

Kadın dirseklerini masaya koyup ellerini çenesine dayadı. Gözlerini kapadı ve hafif hafif sağa sola doğru sallanırken yüzüne bir gülümseme oturdu.

Adam Kadına baktı ve gülümsedi… “Ne o?” dedi, “Daldın gittin”.

Kadın gözlerini açtı, kollarını kavuşturdu masanın üstünde, gülümseyerek Adama baktı: “Gözümün önüne ayçiçeği tarlaları geldi” dedi. “Tüm Mezopotamya ovasını kapladıklarını hayal ettim.”

“Mezopotamya ovasını mı?” diye sordu hayretle Adam.

***

Ayakları çıplaktı Kadının. Üzerindeki beyaz düz elbisesinin etekleri yerlere değiyordu. Toprak sıcaktı, taşlar çıplak ayaklarını acıtıyordu. Önünde uzayıp giden ovaya baktı. Kızıl saçları omuzlarına dökülüyordu. Ufuk çizgisinde yükselmeye hazırlanan güneşin ışıkları aydınlatıyordu ortalığı.

Kadın yavaş adımlarla yürüyordu. Dikkatle basıyordu ayaklarını yere. Yanıyor muydu, acıyor muydu ayakları?

Yürüdüğü yol üzerinde sağ tarafta bir çeşme vardı. Çeşmeye baktı ve oraya yöneldi.  Çeşmeden cılız bir su akıyordu. Yaklaştı Kadın, eğildi, önüne düşen saçlarını arkaya atıp ellerini birleştirip avuçlarını açtı ve suyla doldurdu,  yavaşça içti suyu…

Tekrar uzattı avuçlarını akan suya ve suyla doldurduğu ellerini yüzüne götürüp tüm yüzünü ıslattı. Tekrar uzattı avuçlarını suya ve bu sefer boynuna götürdü ve ensesine doğru hareket ettirdi ellerini, boynunu ve ensesini ıslattı.

Hafifçe doğruldu yerinde… Yürümeye devam etti…

Epeyce yürüdü Kadın… Artık gözünün önünde uzayıp giden ova ve ufukta yükselmeye hazırlanan güneşin ışıkları dışında bir şey görünmüyordu.

Kadın yürüyor,  güneş yavaş yavaş yükseliyordu.

Güneşin karşısına geçti Kadın. Mezopotamya ovasını bir renk cümbüşü sarmak üzereydi.

Ellerini göğsünde bağlayarak durdu.

“Ey Şê Şims, bizi kötülüğe ve düşmanlığa karşı koru!
Tanrı milletime karşı merhametli ol!
Tanrı, milletimi çoğalt!
Tanrı, çocuklarımızı koru!
Tanrı, sürülerimizi koru!
Tanrı, şehadetimiz Tavusê Melek’in adıdır!” dedi ve biraz durakladı, başını sağa doğru eğip göğsüne doğru indirip dizlerinin üstüne çöktü, secde etti ve yeri öptü.

Kadın yavaşça dizlerinin üstünde doğruldu ve yerinden kalkmadan güneşe bakmaya başladı.

Güneş yavaş yavaş yükseliyordu. Birazdan herkes uyanacak, işine gücüne koşturacak, sabanlar tarlaları sürecek, çocuklar bağırıp çağıracak, güneş ovayı sanki usta bir ressamın fırçasından çıkmışçasına baştan aşağıya bir renk cümbüşüne çevirecekti.

Uzunca bir süre öyle kaldı oturduğu yerde Kadın. Güneşin ufukta yükselmesini, ovayı renkten renge boyamasını seyretti.

Ne kadar kaldı oturduğu yerde ki, güneş yakmaya başladı tüm ovayı, sıcaklığı ve gittikçe açık bir sarıya dönen ışığı ile ovanın üstünde yükseldikçe yükseldi.

Tam doğrulmaya hazırlanıyordu ki, sağ omzuna dokunan bir el onu durdurdu. Kadın oturduğu yerde kaldı, dizlerinin üstünde.

Sağ omzundaki el sıkıca kavramıştı omzunu. Kadın başını çevirip omzundaki ele baktı. Gülümsedi ve güneşe bakmaya devam etti oturduğu yerden.

Omzundaki elin teması hafifledi ve elin sahibi elini çekti.

Adam, Kadının arkasından önüne geçti ve tam karşısına geçip ayakta durdu.

Artık Kadının baktığı yerde, tam güneşin önünde duruyordu Adam.

Kadın, Adamın yüzüne baktı. Adamın katran karası saçlarının etrafını hale gibi çevreleyen güneşin ışıkları gözünü alıyor, Adamın yüzünü tam olarak görmesini engelliyordu Kadının.

Adam gülümsedi, “Klity” dedi.

Kadın şaşırdı ve durakladı. Yüzünü buruşturarak ve Adamın yüzünü görmeye çalışarak “Ne?” diyebildi hafifçe?

Adamın gülümsemesi tüm yüzünü doldurdu.

“Güneş çiçeği” dedi Adam.

Kadın etrafına, başını arkaya çevirip arkasına ve sonra da Adama dönüp soru soran gözlerle baktı.

Adam gülümsemeye devam ederek “Bilmiyor musun bu hikâyeyi?” diye sordu.
Kadın yüzünde kırgın bir ifadeyle dudaklarını büküp, omuzlarını silkti ve önüne eğdi başını.

“Klity güzel bir köylü kızıdır” diye başladı Adam anlatmaya yumuşak bir ses tonuyla. Kadın başını kaldırıp Adama baktı ve dinlemeye başladı.

Adam gene gülümsedi “Efsaneye göre tanrılardan biri olan Apollon, yani güneş, her gün ateş saçan arabasıyla göklerden geçerken, bu güzel kız, güneş tanrısını görür ve ona âşık olur.”

Kadın dudaklarını büktü ve kaşlarını çatarak Adama baktı. Adamın başının etrafını bir hale gibi çevreleyen güneşin ışıkları katran karası saçlarının üstünde bin bir oyun yapıyordu. Kadın bu ışık oyununa gülümseyerek baktı.

Adam anlatmaya devam etti. “Güzel kız o kadar utangaç, o kadar çekingenmiş ki, güneşe sevgisini bir türlü söyleyemezmiş. Sabahtan akşama dek toprağın üstüne oturur, güneş tanrısı gökler boyunca gezip dururken gözlerini ondan ayırmazmış.”

Kadın oturduğu yerde başını öne eğip üzerinde oturduğu toprağa baktı, ellerini toprağın üstüne koyup parmaklarını toprağın bağrına geçirdi ve avucunda sıcak toprağı hissetti. Yumruk haline getirdiği avuçlarındaki toprağı sıkı sıkı tuttu ve başını kaldırıp Adama baktı.

“Kız hep güneş nereye gidiyorsa ardından oraya bakarmış. Güneş tanrı gidip karanlık bastığında ise üzüntüsünden başını önüne eğer ve sabaha kadar öyle beklermiş güneş tanrının gelmesini. Zavallı kızcağız böyle güneşe baka baka ne olmuş biliyor musun?”

Kadın ellerini açmadan yumruklarını göğsüne götürdü ve hayır anlamına gelecek şekilde başını iki yana salladı Adama bakarak.

Kadın, Adamın başını bir hale gibi çevreleyen güneş ışığının katran karası saçlarının üzerindeki yeni oyunlarına gülümsedi.

“Yüzünü hep güneşe çeviren ‘güneş çiçeği’ olmuş.”

Kadın, Adamın gözlerinin içine bakmaya çalışırken, Adam sağ eliyle Kadının çenesini hafifçe kavrayarak kendine doğru çekti. Kadın elin hareketine uyarak bir kuş gibi ayaklarının üzerine dikildi yumrukları göğsünde ve sıkılı olarak.

Kadın utangaç bir şekilde Adama baktı. Adam Kadını kendine çekti. Kadının yumrukları ikisinin arasında duruyordu şimdi. Yumruklarını sıkmaya devam etti Kadın.

Adam eliyle Kadının çenesini kaldırdı kendine doğru. Gülümsedi. “Klity” dedi yumuşacık bir ses tonuyla, “güneş çiçeğim, Mezopotamya Kraliçem benim”

Adam Kadına sıkıca sarıldı, Kadın gözlerini kapattı. Adamın dudakları Kadının dudaklarına değdiği an büyük bir sıcaklık hissetti Kadın, yanıyordu sanki. Gözleri kapalıydı ama büyük bir aydınlık sardı ortalığı aniden, bembeyaz bir aydınlık. Kadının elleri açıldı ve içindeki toprak ikisinin de vücutlarına değerek yere dökülmeye başladı.

***

Kadın gözlerini açtı. Bir ayçiçeği tarlasının ortasındaydı. Her taraf ayçiçeği doluydu. Ufka kadar, boylu boyunca, ayçiçeklerinden başka hiçbir şey yoktu sanki. Gökyüzündeki güneşin yakan, kavuran sıcağı ve ayçiçekleri…

Kadın ayçiçeklerine baktı, hepsi aynı yöne çevirmişlerdi başlarını. Gülümsedi. O da başını ayçiçeklerinin baktığı yöne çevirip baktı. Güneşin ışığı gözlerini aldı.

Kollarını iki yana açıp güneşin olduğu yöne doğru yürümeye başladı. Yürürken aralarından geçtiği ayçiçeklerine dokunuyordu elleriyle.

***

“Neden ayçiçeği derler ki?” dedi Adam kahvesinden bir yudum alarak.

Kadın çayını bir dikişte bitirdi. “Bilmem” dedi. Kahveci hemen Kadının boş çay bardağını alıp yerine yeni çay bıraktı.

“Günebakandır esas adı halbuki, kimileri de gündöndü der. Bildiğim, hiçbir dilde de ayçiçeği denmediği. Güneş çiçeği işte!” dedi Adam.

Kahvesi bitmişti. Kahveci yaklaştı yanlarına. Adamın boş kahve fincanını aldı ve yerine ona sormadan bir çay bıraktı.

Adamla Kadın birbirlerine bakıp gülümsediler.

“Bu da bu topraklara has bir şey işte. Sormadan etmeden çayı koyuveriyorlar önüne. İçmezsen olmaz…” dedi Adam ve şekerlikten aldığı şekerlerden attı çaya.

“Belki ayçiçeği de bu topraklara has bir şeydir” dedi Kadın uzaklara bakarak.

“Nasıl yani?” diye sordu Adam çayına attığı şekerleri karıştırırken.

“Mitolojide güneş erkek, ay kadın değil midir?”

Adam soru sorar gibi baktı Kadına. “Güneş tanrı yüzünden, ona olan aşkı yüzünden çiçeğe dönüşmemiş midir genç kız efsaneye göre?” dedi Kadın.

Çay bardağını belinden kavradı Adam ve Kadına bakarak “Evet de…”  dedi.

Kadın sanki birazdan kahkaha atacakmış gibi gülümsedi: “Aslında o efsane şöyle devam eder belki de” diyerek uzaklara baktı ve anlatmaya devam etti.
“Çiçeğe dönüşmüş olan zavallı kızcağız gece olup da güneş tanrı ortalıktan kaybolunca boynunu büküp oturur. Bütün gece ayın ışığında ayaza kesen gecenin bitmesini, sabah olmasını, güneş tanrının ufukta görünmesini bekler.”

Kadın ayağa kalktı ve kahvenin terasının ovaya bakan tarafındaki parmaklıklara dayanıp kollarını göğsünde kavuşturdu. Adam da elindeki çay bardağını tabağa bırakıp Kadının yanına gitti. Kadın, Adamın geldiğini görünce korkuluklara tutunup uzaklara bakarak anlatmaya devam etti:

“Ay ışığı ısıtmaz zavallı çiçeği, üşütür içini. Ruhunu üşütür. Sabah olsun, sevdiceği görünsün diye bekler. Sanki kıskanç bir kadın gibi saklar gece, güneş tanrıyı kızcağızdan, örter dünyanın üstünü yıldızlarla süslü karanlık, simsiyah örtüsüyle. Ay tanrıça ışığını güneşten alıyor olsa da, ısıtmaz ışığı. O ışık içini ürpertir, canını acıtır kızın.”

“Peki, güneş tanrı farkına varır mı bu aşkın?” diye sordu Adam.

“Bu efsanede evet…” dedi Kadın. “Farkındadır güneş tanrı olanın bitenin. Kız kardeşi ayın arkasına saklanıp izler geceler boyu çiçeğe dönüşen kızı. Ay tanrıça da fark eder bu aşkı. Günün birinde gene kız güneş tanrıyı izlerken oturduğu yerden ikisinin arasına giriverir ay tanrıça. Hava kararmaya başlar, güneş tanrıyı göremez olur kız. Üzülür, karanlığın içinde görmeye çalışır onu.”

“Güneş tutulması” diye gülümsedi Adam.

Başını salladı Kadın hayır dercesine. Adam soru sorar gibi baktı Kadına.

“Bir rüzgâr esmeye başlar. Yerdeki kumlar havalanıp uçuşmaya başlar. Kızın ağzına, burnuna dolar, gözlerine batar, canını acıtırlar. Göz gözü görmez olur. Her yer kararır. ‘Gökyüzünde tanrılar savaşıyor, gece gündüzü yendi, güneş tanrı savaşı kaybetti’ diye konuşur insanlar. Kız insanlara seslenir; ‘kötü ruhlar esir aldı güneşinizi, kovun onları’ der. İnsanlar gidip ellerine geçirdikleri tüm tenekeleri birbirine vurmaya, gürültü yapmaya başlarlar. Bu karmaşada kimse güneşin bir bulutun arkasına gizlenerek kızın yanına gittiğini fark etmez. Kız güneşin kimselerin görmediği gülümsemesini görür. Gözlerini kamaştıran ışığını bir tek o görmektedir. Bulutlar gizler dünyadan güneşi. İnsanlar tenekeleri çalmaya devam eder, kötülüğü kovmaya çalışırlar.”

“Ben de bu Ege efsanesini Mezopotamya’ya nasıl bağlayacağını düşünüyordum. Bu topraklarda güneş tutulduğunda hâlâ tencere, tava, teneke ne bulursa çalar insanlar…” diye gülümsedi Adam.

Kadın Adamı duymuyor gibi devam etti: “Güneş uzanıp kendine çeker kızı ve sımsıkı sarılır. Dudakları kızın dudaklarına değdiğinde bulutların bile saklayamadığı bir ışık fırtınası çıkar. Kum fırtınası durulur, insanlar tenekelerini çalmayı bırakıp bütün dünyayı ve gökyüzünü kaplayan bu ışıklara bakarlar hayran hayran. Ay tanrıça gülerek arkasını döner, eteklerindeki hayvanları önüne salıp ormanlara doğru gider koşarak.”

Kadın sustu, uzaklara daldı. Adam, Kadına sarıldı. Kadın başını Adamın omzuna dayayıp uzaklara bakmaya devam ederek:

“O kız Mezopotamya Kraliçesiydi aslında, yani Mezopotamyanın ta kendisi. Güneş bir kum fırtınasında kalbini Kraliçeye telsim etmiş, kum fırtınası ışık fırtınasına dönmüştü. O gün bugündür büyük bir aşkla sevdi Güneş Kraliçeyi, Güneşin aşkı da hep cayır cayır yaktı bağrını Kraliçenin. Herkes bu aşkı kutsadı. Mezopotamyanın mucizesiydi belki de bu… Güneş en çok Kraliçeyi sevdi…”

***

Toprak Kadının ellerinden dökülmeye devam ediyordu yere.

Kadın gözünü açtı… Güneş ufuk çizgisine inmeye hazırlanıyordu.

Etrafına bakındı. Adam yoktu.

Koşar adımlarla geldiği yolu geri yürüdü ve çeşmeye varınca durup elini yüzünü yıkadı hızla.

Gene koşar adımlarla biraz önce durduğu yere geri döndü. Ellerini göğsünde bağlayarak durdu.

Güneşe baktı uzun uzun…

“Ey Şê Şims…” dedi, durdu ve güneşe baktı.

“Ey Şê Şims, ey tanrı…” dedi ve etrafına bakındı, sonra kendini toparladı ve tekrar güneşe bakarak:

“Ey Şê Şims, ey tanrı, benden sevgini, merhametini esirgeme…
Bereketini üstüme saç, sevgine dağlar taşlar, kurtlar kuşlar şahit olsun.
Aşkın, sevgin benim olsun…
Tanrı, şehadetim Tavusê Melek’in adıdır.”

Kadın etrafına baktı şüphe dolu gözlerle. Sonra dönüp güneşe bakıp gülümsedi. Olduğu yerde yavaşça dizlerinin üstüne eğilip oturdu. Secde etti ve toprağı öptü.

Başını kaldırıp ufuk çizgisine inen güneşe baktı, gülümseyerek gözlerini kapattı.

Bembeyaz bir ışık gördü önce. Sonra Adamın katran karası saçlarını hale gibi çeviren güneşin rengârenk ışık oyunları kamaştırdı sımsıkı kapadığı gözlerini.

***

Güneş ufuk çizgisine inmiş, gitmeye hazırlanıyordu.

Kadın ayçiçeklerinin arasında yürüyordu hâlâ. Durdu… Güneşin giderken arkasında bıraktığı turuncu, kırmızı, sarı sıcak ışık oyunlarını seyretti.

Güneş hızla ufuk çizgisinde kaybolurken Kadın uzun beyaz elbisesinin eteklerini toparlayıp ayçiçeklerinin arasına toprağın üstüne uzandı, yüzünü ovaya doğru çevirdi, sol yanına dönüp ellerini başının altına koydu.

Toprak hâlâ sıcaktı. Katran karası saçlı Adam arkadan yaklaştı ve sessizce yanına uzandı Kadının.

Mezopotamya maviden, laciverte, lacivertten siyaha boyandı sırayla ve yıldızlar göründü, uzaktan bir denize benzeyen ovanın üstünde.

Adam ve Kadın başlarını gökyüzüne kaldırdılar. Yıldızlar ışıl ışıldı gökyüzünde. İkisinin de gözleri yavaş yavaş kapanırken, dolunay gülümsedi onlara ve yıldızlarla dolu gök kubbeyi toprağın üstüne yorgan gibi örttü.



Not: "Güneşe Yazılan Yazılar" yazı dizim Ahmet Güneştekin'in "Yüzleşme" Sergisi'ndeki eserlerden esinlenerek yazılan deneme yazılardan oluşmaktadır.

Bu hikâye, sanatçının (fotoğrafı yazının başında görülen) "Güneşe Aşk" adlı eserinden esinlenerek yazılmıştır.

Yazının sonundaki fotoğraftaki eser ise yıllardır başucumda asılı duran Heather Brown adlı bir ressama ait bir eserdir.

Yazıya fikirleriyle katkıda bulunan Sezgi Sunar'a teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails