2002
senesinde Mardin'de çektiğim bir fotoğraf. Fotoğraftaki yer Cercis Murat
Konağı. Fotoğrafta görünen teras artık camlarla kapatılmış, tepesi örtülmüş
vaziyette ve restoranın ana mekânı olarak kullanılıyor.
Konak Mardin'in en önemli mimarlarından
Sarkis Bin Lole tarafından yapılan onlarca eserden biri.
Buraya kadar iyi hoş ama
bu fotoğrafta hep içimi burkan bir şey vardır, adlandıramadığım bir şey...
Bugün onu bulmaya çalışacağım burada.
Önce utangaç utangaç kendi avlusuna
sonra da ovaya bakan gözleridir pencereleri Mardin evlerinin Murathan Mungan'ın
dediği gibi. Bu konakta da bu vardı hep, en azından bu terasın üstü örtülmeden
önce.
Yaşadığımı, nefes aldığımı hissetmek
için mutlaka çıkıp uzaklara baktığım bir terastı burası fotoğraftaki haliyle.
Önümde sonsuza dek uzandığını düşündüren Mezopotamya Ovası, kafamı çevirip
arkama baktığımda gökyüzüne değdiğini düşündüren taş kale...
Özgürlük duygusunu en çok bu terasta
hissettim ben senelerce. Tüm o feodal sistemin, hâlâ yaşayan aşiret ve cemaat kavramlarının
dört duvar arasına sıkıştırdığı özgürlükler bu teraslarda patlama noktasına
ulaşıyordu bence.
Evet ben Mardin'in tüm taş konaklarının
teraslarında özgürlük hissi duyarım. Ama en çok bu konakta bunu iliklerime
kadar hissetmişimdir.
Bu fotoğrafı çektiğimde rüzgârlı bir
hava vardı, iyi hatırlıyorum. Rüzgâr özgürlüğün ta kendisidir. Alır başını
istediği yere gider. İstediğini de beraberinde istediği yere götürür.
İşte o rüzgârda beni müthiş etkileyen
bir olay oldu. Birdenbire şiddetlenip terastaki bazı sandalyeleri yere devirdi.
Bazıları ayakta kaldı, yerlerinden bile kıpırdamadı ama bazıları...
Taşların arasına sıkışan, pencerelerden
süzülmeye çalışan hayatları hatırlattı bana bu. Özgürlüğün ağır bedelini...
Nefes almaya çalışırken pat diye yere yıkılmayı... Yalnızlığı...
Bir rüzgâr eser Mardin'de...
Uçurtmalar havalanır...
Çocuklar koşar...
Ovanın tozu kalkar...
Sandalyeler düşer...
Suriye'den çölün kumu gelir...
Güvercin ters takla atar...
ve...
Zaman durur Mardin'de...